21.05.2024 Türkiye’nin Irkçılık ve Tasfiye Politikaları

AKP Milletvekili Adem Yıldırım’ın son açıklamaları, Türkiye’de siyasetin ne kadar tehlikeli bir yolda ilerlediğini bir kez daha gözler önüne serdi. Tarım konusundaki yanıltıcı beyanlarının ardından, göçmen meselesinde de hatalı ve ırkçı söylemlerle dikkat çekti. Yıldırım’ın “Diyanet’i eleştirenle, Suriyeli göçmenlere karşı çıkan aynı zihniyet” açıklaması, halkın haklı tepkisini çekti. Üstelik, Ukrayna’dan gelen mültecilere yönelik olarak “mavi gözlü sarı saçlı” olmalarına vurgu yaparak, Suriyeli ve Afgan göçmenlere karşı bir karşıtlık yaratma çabası, açık bir ırkçılık örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Bu söylem, göçmen meselesinin din, renk veya ırk değil, sayı ve toplumsal denge ile ilgili olduğunu anlamaktan aciz bir zihniyetin yansımasıdır. Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin sayısı resmî olarak 4 milyon, gayrı resmî olarak ise 7 milyon olarak belirtiliyor. Bu devasa sayı, ülkenin demografik yapısını ve sosyal dengesini tehdit ediyor. Ukrayna’dan gelen 140 bin mülteci ile kıyaslandığında, sorunun büyüklüğü daha net ortaya çıkıyor.

Diğer yandan, Türkiye’nin siyasi ve yargı sisteminde yaşanan tasfiye politikaları da benzer bir tehdidin başka bir yüzünü gösteriyor. İktidar, yargı eliyle asker, sivil bürokrasi ve siyasette kadro tasfiyesini temel politika haline getirdi. Bu tasfiye süreci, FETÖ’cü oldukları sonradan anlaşılan savcılar ve yargıçlar eliyle açılan davalarla başladı. Ergenekon ve Balyoz davaları, TSK’daki laik ve Atatürkçü komutanları tasfiye etmek için kullanıldı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ise, bu komutanların yerine atanan FETÖ’cü subaylar ortaya çıktı.

Bu tasfiye süreci, sadece askeriyede değil, emniyette ve yargıda da yaşandı. Tarikat ve cemaatlere yakın isimler göreve getirilirken, bu gruplar arasında yaşanan güç savaşları devletin işleyişini aksatıyor. Bugün emniyet teşkilatında yaşanan sorunların kaynağında da bu gruplar arasındaki mücadele yatıyor. Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi yüksek yargı kurumlarında da benzer güç savaşları devam ediyor.

Kobani Davası ise, siyasetteki tasfiye politikalarının en güncel örneği. Eski HDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın aldığı ağır cezalar, bu tasfiye politikasının bir parçası. Aynı davada, 6-8 Ekim 2014 olaylarında Yasin Börü ve 6 kişinin öldürülmesi suçlamasından beraat kararı verilmesi, ancak başka suçlamalardan ağır cezalar verilmesi, yargının siyasallaştığını ve iktidarın beklentilerine göre kararlar alındığını gösteriyor.

Eğer bu cezalar Yargıtay tarafından da onanırsa, HDP’nin önde gelen isimleri siyasetten tamamen tasfiye edilecek. Anayasa Mahkemesi’nde bekleyen HDP’nin kapatılması davası da bu kararlarla şekillenebilir. Bu durumda, HDP ve DEM Parti’nin birçok önde gelen ismi siyaset sahnesinden silinecek.

Sonuç olarak, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu iki büyük sorun, siyasetin ve yargının ne kadar derin bir kriz içinde olduğunu ortaya koyuyor. Adem Yıldırım’ın ırkçı söylemleri ve iktidarın tasfiye politikaları, ülkenin sosyal ve siyasi dokusunu zayıflatıyor. Gerçek bir çözüm için, siyasetin ve yargının bağımsızlığının sağlanması, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzenin yeniden inşa edilmesi şart. Aksi halde, bu tasfiye ve ayrıştırma politikaları, ülkenin geleceğini karartmaya devam edecek.