Platon’un “Sokratesin Savunması ” ne bir af dileme ne de bir suç itirafıdır. Bunun yerine, Atina’nın kalbinde nihai cezayla karşı karşıya kalan Sokrates’in ciddi ve heyecan verici savunmasıdır. Bu diyalog, birey ve toplum arasındaki çatışma ve kişinin ilkelerine göre yaşamasının çoğu zaman trajik bedeli üzerine derin bir meditasyondur.
“Sokratesin Savunması ”nı okurken, sanki Sokrates’in yanında yürüyormuş, onun özgürlüğünün son anlarını paylaşıyormuş gibi hissedersiniz. Atina gençliğini yozlaştırmak ve yabancı tanrıları tanıtmakla suçlansa da, asıl suçu statükoya meydan okumaya ve başkalarına yerleşik normları sorgulamaları için ilham vermeye olan amansız bağlılığı gibi görünüyor. Platon’un anlatısı aracılığıyla Sokrates sadece bir öğretmen olarak değil, aynı zamanda yolunu kaybetmiş gibi görünen bir toplumda yalnız bir dürüstlük feneri olarak ortaya çıkar.
Diyaloğun trajik gerilimi, sonucunun kaçınılmazlığında yatar. İlk satırlardan itibaren, Sokrates’in kaderinin çoktan mühürlenmiş olduğu hissine kapılırız, ancak o hem yürek parçalayıcı hem de ilham verici sakin bir belagatle konuşur. Savunması jüriyi etkilemekten ziyade bir yaşam felsefesini dile getirmekle ilgilidir. “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez” iddiası, felsefesiz yaşamaktansa ölmeyi tercih edeceğine dair meydan okuyan bir beyan olarak hizmet eder.
Hayatı karşılığında görevinden vazgeçmeyi reddeden Sokrates trajik kahramanı temsil eder. Ölümü onursuzluğa tercih ederek son derece dokunaklı bir cesaret örneği sergiler. Bu seçim, anlatıyı sadece bir mahkeme salonu dramasından insani değerlerin ve dürüstlüğün bedelinin dokunaklı bir keşfine yükseltir.
Platon’un bu olayları tasviri sadece bir tarih dersi değil, aynı zamanda toplumsal kayıtsızlığın tehlikeleri ve eleştirel düşüncenin önemi hakkında zamansız bir hatırlatma sunuyor. Okuyucuyu, hakikat uğruna kendilerinin neleri feda etmeye hazır olduklarını düşünmeye zorlar.
Yine de “Sokratesin Savunması ”nin gerçek trajedisi Sokrates’in ölümünde değil, onun ölümünün insan doğası ve cehalet ve adaletsizlikle yüzleşmeye cesaret edenlerin genellikle tehlikeli olan yolu hakkında ortaya koyduğu şeydedir. Bu, dünyanın en büyük öğretmenlerini çoğu zaman minnettarlıkla değil, dirençle karşıladığının keskin bir hatırlatıcısıdır.
Son söz olarak, “Özür” felsefi bir çalışmanın köşe taşından daha fazlasıdır; bize sahteliklerle dolu bir dünyada gerçeğin kırılganlığını öğreten unutulmaz ve düşündürücü bir anlatıdır. Yalnızca felsefeyle ilgilenenlerin değil, özgün yaşamak için gereken cesarete değer veren herkesin okuması gereken bir kitap.