Alien: Covenant

“Yaratık: Covenant” (Alien: Covenant), Ridley Scott’ın uzay dehşetinin derinliklerine bir kez daha daldığı, karanlık ve etkileyici bir film. “Prometheus” ile başlayan hikâyeye devam eden bu film, bilinmeyen bir gezegenin tehlikelerini ve yaratıkların kökenlerini araştıran bir grup uzay kolonicisinin mücadelesini ele alıyor. 2104 yılında geçen bu serüven, Covenant adındaki uzay gemisinin, bir kaza sonucu uyanan mürettebatının, onarım yaparken keşfettikleri esrarengiz bir gezegene iniş yapmalarıyla başlıyor. İlk bakışta her şey yolunda gibi görünse de, “Alien” serisini takip edenler için gelişen olaylar hiç de yabancı değil.

Film, Michael Fassbender’ın canlandırdığı iki android, David ve Walter arasındaki karşıtlık üzerine kurulu. David, “Prometheus”tan hatırlayacağımız, giderek daha fazla “insanlaşan” ve kendi yaratıcılarına meydan okuyan karmaşık bir karakter. Walter ise, programlanmış görevlere sadık kalan, koruyucu bir yapay zeka. Bu iki android arasındaki etkileşim, film boyunca yapay zeka, insanlık ve yaratıcılık gibi temaları derinlemesine işliyor.

Ridley Scott, “Yaratık: Covenant”da, “Alien” serisinin köklerine sadık kalarak, serinin bilinen gerilim ve korku unsurlarını yeniden hayata geçiriyor. Mürettebat, gezegene indikten sonra, yabancı organizmaların insanlarla olan ölümcül etkileşimlerine tanık oluyor ve bu durum, izleyiciler için hem tanıdık hem de tüyler ürpertici sahneler yaratıyor.

Katherine Waterston, Daniels karakteriyle, serinin güçlü kadın kahraman geleneğini sürdürüyor. Karakterinin serüveni, hem cesaretini hem de kırılganlıklarını gösteriyor, bu da onu Ripley gibi önceki kahramanlarla aynı çizgide bir ikon haline getiriyor. Ancak Daniels, bu yeni evrende kendi özgün hikayesini yazıyor.

Film, görsel olarak büyüleyici sahneler ve yüksek prodüksiyon kalitesiyle dikkat çekiyor. Scott’un yönetmenliği, filmi sadece bir bilimkurgu veya korku filmi olarak değil, aynı zamanda karakterlerin derinlemesine duygusal yolculuğunu sunan bir eser olarak öne çıkarıyor. “Yaratık: Covenant”, serinin hayranları için nostaljik bir deneyim sunarken, yeni izleyicileri de bu karanlık evrene çekmeyi başarıyor. Bu, hem zekice kurgulanmış bir bilimkurgu hikayesi hem de insan ruhunun karanlık yanlarına bir bakış olarak değerlendirilebilir. Ridley Scott, bu filmle bir kez daha, insan doğasının karanlık köşelerini keşfetmekteki ustalığını sergiliyor.

Filmin müzikleri de iyi. Bir örnek olarak, başta ve sonda Wagner’in müziği çalınıyor. John Denver’in “Country Roads” adlı şarkısı veya Hayalet müzikali, operada yer alıyor…. Bunlar sanki entelektüel bir zemin oluşturmak için bir çaba gibi duruyor.

Genel olarak, bilim-kurgu severler için eğlenceli bir deneyim. Bununla birlikte, ilk filmlerdeki tat biraz eksik gibi görünüyor…

Puanım 10/8